BULGARİSTAN
Bulgaristan: Balkanlar’da yer alan ülke. Batıda Sırbistan ve Makedonya, doğuda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan güneydoğuda Türkiye ile çevrilidir. Yüzölçümü 110.912 km2, nüfusu (31.12.2015tah.) 7.153.784’dir. Başkenti Sofya’dır
Coğrafya
Balkan Dağları (Stara Planina) Bulgaristan’ı kuzeyde Tuna platosu, güneyde ise Trakya platosu olarak kabaca iki coğrafi bölgeye ayırır. Oldukça dağlık bir coğrafyaya sahip olan güney Bulgaristan’da Rodop ve Rila sıradağları yer alır; ülkenin ve Balkanların en yüksek dağı olan 2925 metre rakımlı Musala Dağı da burada bulunmaktadır.
Ülkenin en önemli ırmağı olan Tuna (Dunav), aynı zamanda Romanya-Bulgaristan sınırını çizer. Bulgaristan sınırları içerisinde doğup, Yunanistan-Türkiye sınırını oluşturduktan sonra Ege Denizi’ne dökülen Meriç (Maritsa) Bulgaristan’ın bir diğer önemli akarsuyudur.
Yüzey Şekilleri
Bulgaristan yüzey şekilleri bakımından başlıca üç bölgeye ayrılır: En kuzeydeki Tuna Ovası, güneydeki Rila ve Rodop dağlık yöresi ve iki bölge arasında uzanan Balkan Dağları. Ülkenin yaklaşık üçte birini kaplayan Tuna Ovası verimli bir düzlüktür. Bu düzlüğün üçte ikisinin yüksekliği 210 m’nin altındadır ve ovanın hiçbir yerinde yükseklik 600 m’yi aşmaz.
Tuna Ovasının güneyinde yer alan Balkan Dağlarının ortalama yüksekliği 720 m’dir; dağların en yüksek noktası Botev Doruğudur (2.376 m). Sredna, Vitoşa ve Lisa dağları ile Yukarı Trakya ve Tunca düzlükleri bu bölgededir.
Ülkedeki en yüksek doruklar güneydeki dağlık bölgede bulunur. Rodop Dağlarının en yüksek noktası Golyam Perelik’tir (2.191 m). Rila Dağları üzerindeki Musala (2.925 m) ise hem Bulgaristan’ın, hem de bütün Balkan Yarımadasının en yüksek noktasıdır. Vihren Doruğunda 2.914 m’ye ulaşan Pirin Dağları ile Belaritsalar olarak bilinen sıradağlar da bu bölgededir.
Bulgaristan’daki en önemli akarsu ülkenin kuzey sınırının büyük bölümünü çizen Tuna Irmağıdır. Öteki akarsular oldukça küçüktür. Bunlar arasında Rila ve Rodop dağlarının kuzeyindeki ovaları sulayan Meriç Irmağı. Sofya Havzasının sularını toplayan İskır (Iskor) Irmağı, Bulgaristan’ın batı sınırına koşut bir vadiden güneye Ege Denizine doğru akan Struma Irmağı, Orta Rodop’taki Arda Irmağı, Balkan Dağlarının güney yamacı boyunca doğuya akan Tunca Irmağı ve kuzeye doğru Tuna’ya akan Yantra Irmağı sayılabilir. Bu ırmaklardan kuzeydekiler ilkbaharda, güneydekilerse kışın maksimum debiye ulaşırlar. Bulgaristan’da çok sayıda göl vardır. Beş yüz dolayındaki yeraltı su kaynağının yarısı ılık ya da sıcaktır; Sapareva Banya’dakinde su sıcaklığı 101°C’ye ulaşır. Bulgaristan’ın kuzeyinde çernozem denen verimli kara topraklar bulunur. Bu bölgede ayrıca esmer orman toprağı da yaygındır. Bulgaristan’ın güneyi asitli özellikler taşıyan orman toprağı, yüksek dağlık yöreler ise kahverengi orman toprağı, esmer orman toprağı ve otlak toprağıyla kaplıdır.
İklim
Bulgaristan’ın büyük bölümünde kara iklimi görülür; Ege Denizinin etkisi altındaki güney bölgelerinde daha yumuşak bir iklim hüküm sürer. Yıllık sıcaklık ortalaması 10,5°C’dir, ama sıcaklık -38°C’ye kadar düşebildiği gibi 45°C’ye kadar da çıkabilmektedir. Kuzeydoğu bölgelerinde 450 mm, yüksek dağlarda ise 1.200 mm olan yıllık ortalama yağış miktarı ülkenin öteki yörelerinde 520-680 mm arasında değişir.
Bulgaristan kabaca beş iklim bölgesine ayrılabilir: Ülkenin kuzey ve kuzeybatısında ılıman bir kara iklimi görülür. Bu bölgede, Avrupa’nın içlerinden ve kuzeydoğusundan gelen soğuk kış rüzgârları Tuna Ovasını etkisi altına alır. Batı, güneybatı ve orta bölgelerde iklim daha yumuşaktır. Karadeniz kıyısında 40 km genişliğinde bir kuşakta kışlar ılık, yazlar da serin geçer. Mesta ile Struma vadilerinde ve güneydoğu bölgesinde yazlar sık sık kurak geçer. 900 m’nin üzerindeki bölgelerde ise sert dağ iklimi görülür
Tarih
Bulgaristan’ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır. Bölge önce Roma İmparatorluğu, sonraysa Bizans İmparatorluğu egemenliğine girer. 681 yıllarında Karadeniz’in kuzeyinden Bulgarların gelmesiyle Bulgar tarihi başlamıştır. Aristokratik tabakayı oluşturan Bulgarlar bir süre sonra 7 Slav kabilesi ile birleşerek Slav dilini, 864 yılı itibaren de Ortodoks dinini kabul ederler. Bulgarlar, bir ara 1018-1186 yılları arasında yeniden Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiştir İkinci Bulgar devleti 1186 ‘da kurulmuş ve 1396’da Osmanlı hâkimiyeti altına girmelerine kadar varoluştur
1396 – 1878 yıllar arası Osmanlı Devleti Bulgaristan’a hâkim olarak düzenli bir idare getirdi. Bulgaristan’ı 500 yıl Osmanlılar idare etti. Bu dönemde idare, Sofya’da oturan Rumeli Beylerbeyi tarafından sağlanıyordu. Osmanlı İmparatorluk merkezine yakın olması ve sefer yolu üzerinde bulunması sebebiyle ticareti oldukça gelişme gösterdi. Bulgar tüccarlara geniş imtiyazlar tanındı. Osmanlılar, diğer tebaalarında olduğu gibi Bulgarlara da dini yönden baskı siyaseti gütmediler. Bulgarlar genellikle reaya adını taşıyan, vergiye tabi çiftçi sınıfları halinde kaldılar. Âdil idare ve imtiyazlı tüccar sınıfının bulunması ve benzeri müspet Osmanlı siyasetine rağmen, 17. yüzyıl ortalarında Bulgaristan’da haydut denilen çeteler türeyerek isyan etmeye başladılar ve her fırsatta düşman ordularıyla Osmanlılara karşı birleşmekten geri kalmadılar. Devam eden bu isyanlar karşısında Osmanlı hükûmeti “Çorbacı Nizamnamesi” gibi bazı kanûni tedbirler alarak, Bulgaristan’da asayişi korumaya çalıştı. Tuna vilayetinin başına bu maksatlarla getirilen ve geniş yetkilere sahip bulunan Midhat Paşa, Bulgaristan’a birçok hizmetler götürdü. Bulgar ihtilal merkez komitesinin 20 Nisan 1876’te Koprivştitsa ve Panagürişte’de başlattıkları büyük isyan da bastırıldı. 1876 yılı Aralık ayında İstanbul’da toplanan büyük devletler, Bulgaristan’da iki muhtar bölge teşkilini teklif ettiler. Rusya bunu kabul etmedi. Midhat Paşa ısrarla Rusya’ya savaş açmamız için direndi. Neticede Rusya’ya savaş açıldı (20 Nisan 1877). Bulgarlar Rus ordusuna katıldıkları gibi, Türklere karşı tedhiş hareketlerine de giriştiler.
93 HARBİ
Tarih | 1877-1878 |
Bölge | Balkanlar (Bulgaristan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Romanya) ve Kafkasya |
Sonuç | Rusya İmparatorluğu‘nun zaferi Ayastefanos Antlaşması, Berlin Antlaşması |
TARAFLAR
Osmanlı Devleti | Rusya İmperatorluğu
Romanya Sırbistan Opalcentsi (Bulgar gönüllüler) Karadağ |
KUMANDANLAR
Ahmet Muhtar Paşa
Osman Nuri Paşa Süleyman Hüsnü Paşa Mehmet Ali Paşa Veysel Paşa Abdülkerim Nadir Paşa Ahmet Eyüb Paşa |
Mihail Nikolayeviç
Nikolay Nikolayeviç Mihail Skobelev Mihail Loris Melikov Yosif Gurko İvan Lazerev I. Carol Kosta Protic |
GÜÇLER
250 000 asker (Türk) | 350 000 asker(Rus ve mütefik askerleri) |
93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde yapılan bir Osmanlı-Rus Savaşı’dır. Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir. Hem Tuna Cephesi’nde, hem de Kafkasya Cephesi’nde savaşılan 93 Harbi Osmanlı Devleti için büyük bir yenilgiyle sonuçlanmış; hem büyük bir toprak kaybına neden olmuş, hem de Rus ordusunun İstanbul’un eşiğine (Yeşilköy) kadar ilerleyerek Osmanlı Devleti’nin varlığını tehdit etmesiyle sonuçlanmıştır.
Savaşı hazırlayan koşullar
93 Harbi’nin en önemli nedenleri arasında Rusya’nın Balkanlar’da yaşayan Ortodoks dinine bağlı Osmanlı vatandaşları (Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni ve Romen) üzerindeki etkisini arttırma amacı sayılabilir. İngiltere ve Fransa Rusların güçlenmesini istemediklerinden dolayı bu savaşta Osmanlıları desteklediler.
Osmanlı hazinesi Sultan Abdülmecit’in döneminden beri yapılan aşırı harcamalar sonucu Avrupa’ya karşı ağır bir şekilde borçlanmıştı ve bu borçları ödeyebilmek için Balkanlardaki vergileri yükseltmişti. Bu ağır vergiler Balkan halkları arasında hoşnutsuzluk yarattı. Ayrıca Kafkaslardan Ruslar tarafından Çerkez Sürgünü sonucu göçe zorlanan Çerkez ve Abhaz gibi Müslüman gruplar Balkanlar’a yerleştirilmiş; bu göçmenlerle Balkanlar’ın yerlisi olan Hristiyanlar arasında büyük bir düşmanlık ortaya çıkmıştı. Nisan 1876 yılında ortaya çıkan Bulgar isyanları bu Müslüman göçmenlerin yardımıyla bastırıldı ama isyanların bastırılması sırasında ölen Bulgarlar için Avrupa’da büyük bir sempati oluştu. İsyanlar sırasında ölen Müslümanların sayısını hiçe sayan Avrupa basını Osmanlı Devleti’ne karşı çok olumsuz bir kamuoyu yarattı. Bu kamuoyunun baskısıyla Osmanlı Devleti’ni Bulgarlar, Sırplar ve Romenlere daha geniş bir özerklik vermeye zorlamak için İstanbul’da bir konferans toplandı.
Tersane Konferansı adı verilen bu konferansın kararlarını yumuşatmak için tahta yeni çıkmış olan II. Abdülhamit konferansın toplandığı 23 Aralık 1876 günü alelacele Meşrutiyet’i ilan etti. Ama gene de konferans Osmanlı Devleti’ne karşı çok ağır kararlarla sonuçlandı. Bu kararların Osmanlı Devleti’nce reddedilmesi üzerine Rusya, Paris Antlaşması’nın (1856) Karadeniz’de tersane ve savaş gemisi bulundurulmayacağına ilişkin hükümlerini tanımadığını bildirdi. Ardından da Ortodoks uyruklarına söz konusu antlaşmadaki hükümleri uygulaması için Osmanlı Devleti’ne baskıda bulunmaya başladı. Bu sırada İngiltere, Rusya’nın Osmanlılara savaş ilan etmesini önlemek amacıyla Londra Konferansı’nın toplanmasına önayak oldu. Ama Osmanlılar konferansta hazırlanan protokolü içişlerine müdahale sayarak reddettiler. Ülkedeki Panslavizm akımların etkisiyle protokolün reddini bir savaş nedeni sayacağını önceden bildirmiş olan Rusya 24 Nisan 1877’de Eflak ve Boğdan’a girerek Osmanlılara savaş açtı. Osmanlılar, Kafkasya ve Tuna olmak üzere iki cephede, kendilerinden üstün durumdaki Rus ordusuna karşı zorlu bir savunma savaşı vermek zorunda kaldılar.
Kafkasya cephesi
Kafkasya’da Rus ordusunun 75,000 askeri Rusya’nın Kafkasya valisi Grandük Mihail Nikolaeviç’in komutasında idi. Nikolayeviç’in emrindeki alt düzeydeki komutanlar ise çoğu Ermeni asıllı olan Beybut Şelkovnikov, Mihail Tareloviç Loris-Melikov, İvan Davidoviç Lazarev ve Arşak Ter-Gukasov idi. Osmanlı ordusu ise Ahmet Muhtar Paşa’nın komutasındaki 20.000 askerden oluşuyordu. Ruslar’ın kendi geliştirdikleri top mermileri bulunuyordu. Osmanlı’da ise İngiliz yapımı toplar mevcut idi.
Ahmed Muhtar Paşa
Kafkasya cephesinde Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri, General Loris-Melikov komutasındaki Ruslara karşı uzun süre direndi. 27 Nisan 1877’de Doğubayazıt, 17 Mayıs’da ise Ardahan Ruslarca işgal edildi. Ama Halvaz ve Zivin’de Rus orduları yenilgiye uğradı. Gedikler (25 Ağustos) ve Yahniler (4 Ekim) çarpışmaları Osmanlıların zaferiyle sonuçlandı.
15 Ekim’deki Alacadağ Muharebesi’nde Ruslar takviye ile Osmanlı savunma hattını arkadan çevirdi ve Osmanlı’nın 5-6,000 ölü ya da yaralı ile 8,500 savaş esiri kaybı oldu. Kafkas cephesindeki Osmanlı kuvvetleri çözülmeye başladı. Kasım 1877’de Kars’ı ele geçiren Rus Orduları Erzurum’a yöneldi. Ahmet Muhtar Paşa Kars-Erzurum arasında kurduğu savunma hattında kış koşullarını iyi değerlendirerek üstün bir savunma savaşı verdi. Nine Hatun ve diğer Erzurumlu vatandaşların Aziziye Tabyası’nda büyük bir cesaretle yaptıkları savunma 93 Harbi’nin unutulmayan anlarını oluşturdu. Erzurum Rusların eline geçti. Savaşın bitmesinden sonra Rus ordusu Erzurum’dan geri çekildi ama Kars, Ardahan, Rize, Artvin ve Batum Berlin Antlaşması’yla Rusya’ya bırakıldı. Bu şehirler, yeni Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’na kadar Rusya’nın elinde kaldı.
Tuna cephesi
93 Harbi başladığında Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa Rumeli Ordusu başkomutanı olarak Balkanlardaki bütün Osmanlı birliklerinin en üst düzeydeki komutanı durumundaydı. Bölgedeki Osmanlı kuvvetleri Rusçuk, Silistre, Şumnu ve Varna arasında bulunan Ahmet Eyüp Paşa’nın komutasındaki Doğu Tuna Ordusu, Vidin’de üslenen Osman Nuri Paşa’nın komutasındaki Batı Tuna Ordusu ve ikisinin arasında yer alan Süleyman Hüsnü Paşa’nın komutasındaki Balkan Ordusu olmak üzere üç ordudan oluşuyordu. Balkanlardaki Rus birliklerinin en üst düzeydeki komutanı ise Grandük Nikolay Nikolayeviç idi. Ancak Tuna nehrinin Romanya tarafında konuşlanan Rus birliklerine General Yosif Gurko komuta ediyordu.
Tuna Cephesindeki muharebeler Rusların 21 Haziran 1877’de Tuna nehrini Romanya tarafından Bulgaristan tarafına geçerek Osmanlı topraklarına girmesiyle başladı. Rus ordusu 26 Haziran’da Ziştovi(Sviştov) Muharebesi ve Niğbolu Muharebesi kolayca kazandı. Savaşın başındaki bu başarısızlıktan dolayı Abdülkerim Nadir Paşa görevden alındı ve 18 Temmuz’da yerine Mehmet Ali Paşa getirildi. Tırnova ve Niğbolu’yu alan Rus birlikleri 19 Temmuz’da stratejik açıdan büyük önemi olan Şıpka Geçidini ele geçirdiler. 2 Ekim’de Mehmet Ali Paşa da başkomutanlık görevinden alınarak yerine Süleyman Hüsnü Paşa getirildi. Osmanlı birlikleri Şipka Geçidini geri almak için çarpışırken General Yuri Şilder-Şuldner komutasındaki Rus birlikleri Osmanlı ordusunu Plevne’de abluka altına aldılar. Plevne Kalesinin komutanlığını Osman Nuri Paşa üstlenmişti. Kuşatmaya Rus generalleri Mihail Skobelev ve Nikolay Kridener ve Kral I.Carol’un emrindeki Romen askerleri de katıldı. Osman Nuri Paşa’nın 145 gün boyunca cesaretle sürdürdüğü Plevne Savunması ezici bir sayı üstünlüğü bulunan Rus ve Romen orduları karşısında 10 Aralık 1877’de başarısızlıkla son buldu. Plevne’nin düşmesinden sonra Sırplar da Osmanlılara karşı yoğun saldırıya geçtiler.
Hızla ilerleyen Rus orduları Kazanlık, Samokov, Yeni Zağra, Çirpan, Tırnovo ve Filibe’yi aldıktan sonra Meriç Nehri’ni geçti. 20 Ocak 1878’de Edirne düştü. Ruslar Silivri’yi de alarak Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar ilerlediler. Osmanlılar barış istemek zorunda kaldılar. Osmanlılara karşı ağır koşullar içeren Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Ama Avrupa’da dengenin Rusya lehine bozulduğunu gören Avstriye, İngiltere, Fransa ve Almanya bu antlaşmaya karşı çıktılar. Berlin’de uluslararası bir konferans toplandı ve 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’yla savaş sona erdi.
Savaşın sonuçları
93 Harbi, Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecini başlatan ilk önemli olaylardan biri sayılır. II. Abdulhamit’in, yenilgiden sorumlu tuttuğu Meclis-i Mebusan’ı süresiz tatil ederek Kanun-i Esasi’yi askıya alması, ayrıca savaş sonrasında Balkanlar’la Kavkasya’dan Anadolu’ya gelen 1 milyonu aşkın göçmenin yol açtığı toplumsal ve ekonomik bunalım öbür önemli sonuçlarıdır. Başlangıçtaki başarılara karşın ordunun donatım eksikliği ve teknik yetersizlikleri, özellikle Tuna cephesindeki komutanlar arasında görülen geçimsizlik savaşın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasına sebep olarak görülebilir.
Osmanlı-Rus harbinin sonunda 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşmasına göre;
- Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı.
- Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek
- Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek
- Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’ya verilecek
Ayastefanos Antlaşması
Doksanüç Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonunda imzalanan barış antlaşması.
Sultan İkinci Abdülhanid Han’ın karşı olmasına rağmen Midhat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının sebep olduğu Osmanlı-Rus Harbi, Türklerin umumi olarak yenilmesiyle neticelendi. Ruslar, batıdan Yeşilköy’e, doğudan Erzuruma kadar geldiler. Osmanlı Devleti, mütareke istedi. Rus orduları başkomutanı Nikolay, barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti. 3 Mart 1878de Osmanlı tarihinde benzeri görülmeyen, aleyhimizde ağır ve feci şartlar getiren Ayastefanos Antlaşması imzalandı.
Yirmi dokuz maddelik antlaşmaya göre, batıda büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak; Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, bir Rus kuklası olarak düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusyaya verilip, Karadağ ve Sırbistanın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti, Rusyaya 245 milyon Osmanlı altını harp tazminatı verecekti. Antlaşmaya göre, Rumelide kesin kayıplar, 237.298 km2 toprak ve yaklaşık 8 milyon nüfus idi. İmtiyaz verilmiş Bulgaristan, Doğu Rumeli, Artvin, Tunus gibi yerler bu rakamların dışındaydı. Bunlar da ilave edilince devletin kaybı korkunçtu.
Ayastefanos Antlaşması ile, Rusların bölgede tamamen hakim bir konuma gelmeleri, Batılı devletleri telaşlandırdı. Zira Rusların, Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri, İngilizlerin Hindistan siyasetine ve Avusturyanın Bosna-Herseki ilhakına set çekmiş olacaktı. İkinci Abdülhamid Hanın şahsi diplomasisi, bu tepkileri çok iyi değerlendirdi. Kıbrısın idaresini İngiltereye bırakmakla, Berlinne yeniden bir antlaşma zemini elde etmeye muvaffak oldu. Ayastefanosun feci şartlarını hafifleten bu antlaşma ile Osmanlının Balkanlardaki hayatı, bir müddet uzadı
Berlin Konferansı ve Antlaşması
Osmanlı Devleti ile Almanya, Avusturya, Macaristan, Fransa ve Rusya arasında Berlin’de yapılan antlaşma. Halkımızın 93 Harbi dediği 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenik çıkması neticesinde, Ruslarla 3 Mart 1878de, şartları çok ağır Ayastefanos Anlaşması imzalanmıştı.
Osmanlının Balkanlardaki rolünü pek zayıf bir vaziyete düşüren ve Rusları Balkanların efendisi durumuna yükselten bu antlaşma, büyük devletlerin gözünü korkuttu. Ayastefanos Muahedesinin, Rusya, İngiltere ve Avusturya arasında tadil edilmesi (değiştirilmesi) hususunda, o sırada İngiltere, sonra dünyanın ikinci devleti durumuna yükselen Almanya’nın yardımı ile bir konferansın toplanması mümkün olmuştu.
Sultan İkinci Abdülhamid Han, İngiltere’yi Rusya’nın aleyhine mahirane bir şekilde kışkırtmıştı. İngiltere, zayıf bir Osmanlının karşısında, Rusya’nın, Orta Doğudaki İngiliz menfaatlerini tehdit edeceğine, ılık sulara inip kendisiyle rekabete başlayacağına inanmıştı. Daha önce, geçici ve şartlı olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bırakan Babıali, Rusya’yı yola getirmek için, birinci derecede bu devlete güveniyordu. Tabii, Osmanlı, savaştan mağlup çıkmıştı. Bahis konusu olan şey, mümkün olduğunca az zararla işin içinden sıyrılmaktı.
Kongrenin Berlin’de toplanması hususunda, Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismarck’ın teklifi kongreye katılan devletlerce kabul edildi. Osmanlı ve Rusya’dan başka İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın katıldığı Berlin Konferansı, Almanya İmparatorluk Şansölyesi (Federal Başbakan) Prens Bismarck’ın başkanlığında 13 Haziran 1878de açıldı. Diğer devletleri, başbakanlar ve dışişleri bakanları temsil ediyordu. Osmanlı murahhasları, Hariciye Nazırı Kara Todori Paşa, Müşir Mehmed Ali Paşa ve Berlin büyükelçisi Sadullah Bey (Paşa) idi.
Berlin Antlaşması, Osmanlı için bir yıkım olmakla beraber, Türkleri Avrupa’dan tasfiye etmiyordu. Bilakis, Osmanlının Balkanlardaki hayatını, 1913e kadar 35 yıl uzatıyordu. Üstelik antlaşmanın Rusya’ya sağladığı faydalar azdı ve asla Rusya’nın savaşta göze aldığı fedakârlıkları karşılamıyordu. Asıl faydalananlar, Balkan devletçikleri ve İngiltere idi. 64 maddelik antlaşmada, toprak değişiklikleri dışında en mühim maddeler, Osmanlının, Doğu Anadolu’da Ermenilerin az çok önemli bir azınlık teşkil ettikleri vilayetlerde (Vilayat-ı Sitte), bu kavim lehine ıslahat yapmayı, aynı ıslahatı Makedonya vilayetlerinde de uygulamayı kabul etmesiydi. Her iki madde de, Sultan İkinci Abdülhamid tarafından Büyük Devletlerarasındaki rekabetten faydalanılarak, yıllar boyunca uyutuldu ve asla tatbik edilmedi.
Diğer pek mühim bir madde, Osmanlının, Rusya’ya 802.500.000 frank savaş tazminatı ödemeye mecbur ediyordu. Tazminatın ödenmesi, Sultan İkinci Abdülhamid’in uzun saltanatı boyunca devam etti.
Berlin Antlaşması, Osmanlının 1699 Karlofca Antlaşması’ndan sonra, Avrupa’dan tasfiyesini hazırlayan ikinci büyük dönüm noktası oldu. Bu tasfiye, 1913 Bükreş Antlaşması ile tamamlandı ve Avrupa Türkiye’si, Doğu Trakya’ya münhasır kaldı.
Osmanlı Devletinin bu antlaşma ile doğrudan doğruya veya dolayısıyla olan toprak kayıpları şu şekilde özetlenebilir: Devlet, doğrudan doğruya idaresinde bulunan Niş sancağını Sırbistan’a, Teselya sancağını Yunanistan’a, birkaç kazayı Karadağ’a, Kars, Artvin ve Ardahan sancaklarını Rusya’ya, Dobruca sancağını Romanya’ya bırakıyor, bu suretle birkaç kaza ile birlikte 6 sancak, İmparatorluktan ayrılıyordu. Kendisine tabi olan Romanya, Sırbistan, Karadağ prensliklerinin, imparatorluktan ayrılmasına razı oluyordu. Bunların arasında Tunus Prensliğini de saymak mümkündür. Zira üç yıl sonra Tunusa işgal eden Fransa, bu işgalin ortamını Berlin Konferansının kulisinde sağlamıştı. Osmanlı Devleti, çok imtiyazlı bir Bulgaristan Prensliği ile az imtiyazlı bir Doğu Rumeli vilayetinin kurulmasına rıza gösterdiği gibi, Bosna-Hersek vilayeti (eyalet, umumi valilik) ile kısmen Yenipazar sancağının idaresini Avusturya-Macaristan’a, Kıbrıs sancağının idaresini de İngiltere’ye bırakıyordu. Birkaç şaşkın ve gafil devlet adamının, Karadağ’a bir kaza bırakmamak için göze aldıkları savaşın sonunda yapılan bu büyük Türk yağmasından İran bile nasibini alıyor, bu devlete de o zamandan beri İran’a kalan Kottur kazası veriliyordu.
Mithat, Mahmud Celaleddin, Redif paşalar gibi gafillerin, kazanacakları zannıyla, Osmanlı Cihan Devletini, ortasına attıkları meşhur 93 Harbinin neticesi budur. Eğer Sultan İkinci Abdülhamid’in şahsi diplomasisi olmasaydı, bu kayıplar çok daha büyüyecek ve Ayastefanosun ağır şartları aynen uygulanacaktı.
Tarihsel Süreçler
Prenslik Dönemi (1878 –1908): Bu dönem Bulgaristan’ın özerk bir devlet olduğu dönemdir. Bu dönemde Bulgaristan hukuken Osmanlı Toprağıdır.
Krallık Dönemi (1908 – 1944): Bu dönem Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasından Sosyalist Devrime kadar geçen dönemdir. Bulgaristan Türkleri için tam manası ile hukuki olarak azınlık döneminin başladığı devredir.
Sosyalist Dönem (1944 – 1989): Bulgaristan Türklerinin en zor dönemi olarak değerlendirilebilecek dönemdir. Bu döneme Damgasını vuran temel unsur, T.Jivkov ve onun baskı politikalarıdır.
Demokrasi Dönemi (1989 – ….): Dünyada Komünizmin çökmesi ve Bulgaristan’ında buna ayak uydurması ile başlayan dönemdir. Bu dönemde Türk azınlığı önceki dönemlere göre çok daha rahatlamış, siyasi ve kültürel haklarını büyük ölçüde geri almış; hatta Bulgaristan’da kurulan koalisyon hükümetlerinde Türklerin Partisi Hak ve Özgürlükler Hareketi hükümet ortağı olmuştur.(39 ve 40 Meclisi)
I.1.PRENSLİK DÖNEMİ (1878-1908): 1789 Fransız İhtilali’nin sonucunda, uluslararası etkileşimin meydana getirdiği toplumsal milliyetçi reaksiyon, Bulgarlara 1878’de otonom, 1908’de ise müstakil bir devlet olma fırsatını tanıyordu. Rusya’nın güdümü altında homojen bir nüfus yapısı oluşturmaya çalışan Bulgarlar, ’Büyük Bulgaristan’ ülküleri doğrultusunda Türkleri katletmekten kaçınmamışlardır. 93 Harbi’nden önce bölge toprakları üzerinde 3 milyon 200 bin kadar nüfus yaşarken; bunların yarısı Müslümanlardan, diğer yarısı ise gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Gayrimüslim potansiyel içinde Bulgarların yanı sıra Sırp, Rum, Ermeni ve Gagavuz nüfusu da mevcuttur.
Rus yetkili makamlarınca bir “ırklar ve yok etme” savaşı olarak uygulanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumeli’den Anadolu’ya 1.230.000 Türk’ü muhacir durumuna düşürürken; 261.937 kişinin de ölümüne sebebiyet vermiştir.
Ayrıca, bu terör ve dehşetten Balkanlardaki kültür mirasımız da nasibini almıştır: Sofya’daki 44 camiden, Filibe’deki 33 camiden geriye sadece birer tane cami kalmıştır. Türkler bu savaştan sonra ilk kez egemen oldukları topraklarda azınlık durumuna düşmüşlerdir.
Savaş zengin, varlıklı kesim ile aydın sayılabilecek kişileri Anadolu’ya göç etmeye mecbur kılarken; geride köylü, fakir ve cahil bir kitle bırakmıştır. Bu da Bulgaristan Türklerinin başsız bir gövde olarak hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Yine savaş sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması, Bulgaristan Türklerinin her türlü siyasi, dini, ekonomik ve sosyal haklarını garanti altına aldığı ve büyük devletlerin de üzerine imza koyduğu bir uygulama olduğu halde, antlaşmanın pratik safhası teorik betimlemelerden çok daha farklı bir şekilde işlemiştir.
I.2.KRALLIK DÖNEMİ (1908-1944): II. Meşrutiyetin ilanı sırasındaki boşluktan faydalanan Bulgar Prensliği, 1908’de bağımsızlık ilan ederek 1909 yılında da Osmanlı Hükümetiyle İstanbul’da bir protokol imzalayıp resmen tanınmış oluyordu. Bu protokol ile Bulgaristan’daki Türkler üzerinde bir takım düzenlemeler yapılmışken; 1912 yılında başlayan Balkan Savaşları, Bulgaristan Türkleri açısından zor günlerin başlangıcı demekti.
Hiç beklenmedik bir anda Çatalca önlerine kadar ilerleyen Bulgar ordusu,500.000 savunmasız ve masum Türk’ü katletmişlerdir.
Balkan Savaşları sonrasında imzalanan İstanbul Antlaşması da Bulgaristan’daki Türk azınlık açısından özel hükümler içermektedir.
- Dünya Savaşı esnasında Osmanlı Devleti ile Bulgaristan’ın aynı müttefik grubu içerisinde yer almaları Bulgaristan Türkleri için kısa süreli bir nefes alışı da beraberinde getirmiştir. Savaş sonrasında imzalanan Neuilly Antlaşması, Bulgaristan’daki azınlık grupları açısından ileri düzeyde maddeler içermektedir. Alexandr Stambolyski zamanında altın çağlarını yaşayan Bulgaristan Türkleri Neuilly, Lozan ve 1925 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmalarıyla koruma altına alınmışlardır. Ancak, Çiftçi Partisi’nden sonra iktidara gelen Faşist hükümetler döneminde Türklere yönelik baskı unsurları artmış ve farklı sebeplerle 1913-1934 yılları arasında ortalama olarak her yıl 10-12 bin Türk Anadolu’ya göç etmiştir.
I.3.KOMÜNİZM DÖNEMİ (1944-1989): 1944 yılında sosyalist-marksist düşünce sisteminin Bulgaristan’da iktidar olması, komşu ülke Türkiye ile ideolojik ayrımı pekiştirecek ve bu sancılı süreç yine Bulgaristan’daki Türk azınlığın başında patlayacaktır.
Komünist ideoloji iktidarının ilk yıllarında Türklere karşı eşit ve özgürlükçü siyasalar izlenirken, bu siyasalar yerini zamanla ‘tek Bulgar ulusu yaratma’ fikrine bırakmıştır.
Yapılan uygulamalar Türklerin hayal kırıklığına uğradığını destekler nitelikte olduğundan, komünist düşünce felsefesi Türkler arasında yayılma popülaritesini kaybetmiştir.12 Eylül 1946’da devletleştirilen Türklerin öğrenim gördüğü 2500 ilkokul, 67 ortaokul, 1 lise ve öğretmen okulu Bulgar okullarıyla birleştirilmiştir. 1959’da Türk azınlık okulları kapatılırken Türkçe seçmeli ders olarak haftada 2 saate indirilmiştir. 1974’te tamamen vazgeçilen uygulama, yapılan haksızlığın boyutu hakkında fikir verebilir.
1956 yılında Todor Jivkov’un komünist parti üzerinde nüfuzunu artırması, Türk azınlığın kaygılarını derinleştirmiştir. Bu tarihten itibaren homojen bir Bulgar nüfusu yaratma gayesiyle sürdürülen asimilasyon hareketi, 1985 yılında doruk noktasına ulaşmıştır. Türk isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesi, dini vecibelerin engellenmesi, komünizm bahanesiyle camilerin kapılarına kilit vurulması, İslam’ın ön gördüğü sünnet olmanın yasaklanması vb… kültürel soykırıma; Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlere yatırım yapılmaması ve Türkçe konuşanlardan zorla para alınması ekonomik soykırıma; bu uygulamalara itiraz edip başkaldıranların öldürülmesi ise fiziki soykırıma açık bir örnek teşkil etmektedir.
Bu dönemdeki göç unsuru değişmeyen ayrı bir unsurdur.
1951 Göçü: Bu tarihte 150.000 Türk’ün aniden göç ettirilmesi Türk-Bulgar ilişkilerinde yaşanacak olan buhranlı günlerin başlangıcı olmuştur. Ayrıca, 10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgaristan Hükümeti’nin Türkiye’ye nota vererek 250.000 kişiyi göçmen olarak almasını istemesi ilginçtir. 1951 göçüne Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasına Rusya’dan yanıt olduğu şeklinde bakmak kendi içinde tutarlı bir görüştür.
1969-78 (Akraba Göçü): 1968 yılında yapılan göç antlaşmasıyla bu 10 yıllık süre zarfında Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaklaşık olarak 130.000 Türk göç etmiştir.
1989 Göçü: 1985 yılında hat safhaya ulaşan şovence politikalar klasik insan hakları ihlali bir tarafa dursun; medeniyet tarihine hakaret ile eş değerdeydi.1984 sonu itibariyle yüz binlerce Türk’ün isim değişikliğine karşın yapılan insanlık dışı uygulamalar Türklerin mukavemetini artırmış ve örgütlenmelerine olanak sağlamıştır. 6 Mayıs 1989 tarihinde 300 kişiden fazla Türk açlık grevine başlamış ve bu grevler zamanla protesto yürüyüşlerine dönüşmüştür. Yankı getiren protestolar sonucunda 29 Mayıs 1989’da Jivkov’un televizyona çıkarak Türkiye’yi sınırlarını açmaya davet etmesi üzerine mal varlığına el konulmuş yüz binlerce Türk, kanunlara aykırı olarak sınır dışı edilmiştir.
1989 Aralık ayı itibariyle 320.000 kadar Türk anavatanı olan Türkiye’ye göç etmiştir. Bu rakam, II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen en büyük kitlesel göç olma vasfını taşımaktadır.
Ayrıca,1989 Göç Hareketinden öncesinde, 1984-1985 yıllarında yapılan soykırım faaliyetlerine yönelik olarak Türkiye’de gerekli hassasiyetin gösterilmemesi, siyasi parti yöneticilerinin Bulgar yönetiminin politikalarını kınamaktan öteye gidememeleri; Türkiye’de olan en ufak bir hukuksuzlukta ayağa kalkan Avrupa ve diğer Birleşmiş Milletler ülkeleri, Bulgaristan’daki mezalimin üzücü olduğunu belirtmekten başka hiçbir şey yapmamaları ayrı bir nüanstır.
I.4. DEMOKRATİK DÖNEM (1989-…): 1989 yılı sonunda T.Jivkov iktidarının devrilmesiyle meydana gelen boşluk, yeni alternatifleri ve çözüm önerilerini beraberinde getirmiştir. 1991 yılında Soğuk Savaş Dönemi’nin sona erip Varşova Paktı’nın dağılması, dünya iktisadi ve siyasi dengelerini değiştirmiştir. 1991 sonrası dünyaya hâkim olan genel düzensizlik, Bulgaristan’da da kendini göstermiştir. Ancak, bu dönemde Bulgaristan’ın dış politikasının temel eğilimi, Batı ile entegrasyon sürecine girmek ve bunun doğal sonucu olarak Brüksel ve NATO üyeliği kaçınılmaz olsa da tarafsızlık politikası ve Sovyetler Birliği ile yeniden işbirliğine gitme süreci göz ardı edilmemelidir.
Bulgaristan’da bu dönemde değişmeyen tek şey, Türk azınlık kavramıdır. 8 Ocak 1990’da Sofya’da toplanan konferansta hem etnik azınlık Türkler hem de ‘milliyetçi komünistler’ tatmin edilmişti. Yayınlanan bildirgeye göre; Türkler kendi adlarını alabilecek, ibadetlerini serbestçe icra edebilecek, kendi gelenek ve göreneklerini yaşatabilecek, Türkçe günlük hayatta kullanılabilecek ve Türkçe yayınlar neşredilebilecek ancak Bulgarca ülkede tek resmi dil olacaktı.
Her ne kadar Bulgaristan’daki Türklerin durumunda olumlu değişmeler gerçekleşmişse de 1980’li yıllardaki terörün failleri ciddi bir yargılama sürecinden geçmemişlerdir. 1997 yılında TBMM’yi ziyaret eden Bulgaristan Cumhurbaşkanı Peter STOYANOV yaşanan olaylardan duyduğu üzüntüyü dile getirirken; 2002 yılında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı komünizm döneminde yaşanan olaylardan dolayı Bulgaristan Türklerinden özür dilemişlerdir.
Günümüzde nüfus oranı bakımından yüzde 10’u teşkil eden Türk Azınlık, komünizm sonrası dönemde demokrasinin gereğini yerine getirmişlerdir. Günümüzde 240 sandalyelik Bulgar Parlamentosunda 05 Temmuz 2009 tarihli seçimde 37 milletvekili çıkarma başarısını gösteren Ahmet DOĞAN’IN önderliğindeki Hak ve Özgürlükler Hareketi, Bulgaristan Türklerinin bel bağladığı tek umuttur. Ayrıca bu siyasal oluşumun Bulgar milliyetçilerini harekete geçirecek ve Türk azınlığı ayrılıkçı bir unsur olarak gösterecek çalışmasının olmadığının da altını çizmekte fayda vardır.
Bulgaristan Türklerinin Uluslararası Hukuksal Konumunu Belirleyen Siyasal Bağıtlar
İkili ve çok taraflı uluslar arası antlaşmalar Türk Azınlığının hak ve özgürlüklerine saygı göstermeleri bakımından Bulgaristan’ı sorumlu kılmıştır. Aynı şekilde yapılan antlaşmalar Türkiye’yi de Bulgaristan Türkleri üzerinde söz sahibi yapmışken, bu durum sadece tarihsel, ulusal ve insanlık açısından değil; hukuki bakımdan da geçerlidir. Bulgaristan Türklerinin konumunu belirleyen uluslar arası antlaşmalar, Bulgaristan’ın iç hukukundan daha üstün olduğundan yaptırım gücü son derece yüksektir. O halde, Bulgaristan Türkleri üzerinde konuşurken sadece Bulgar Devletinin bir iç sorunu olarak bakmak, bizi hataya itecektir.
İnceleyeceğimiz antlaşmaları şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Berlin Antlaşması (1878)
- İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi (1909)
- 1913 Antlaşması ve Müftülerle İlgili Sözleşme
- Neuilly Barış Antlaşması(1919)
- Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması (1925)
- Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesi (1925)
- 1947 Tarihli Bulgar Barış Antlaşması
- 1968 Türk-Bulgar Göç Antlaşması
- İnsan Hakları İle İlgili Sözleşmeler
II.1. BERLİN ANTLAŞMASI (1878) – (Bak: Berlin Konferansı ve Antlaşması)
II.2. İSTANBUL PROTOKOLÜ VE SÖZLEŞMESİ (1909):1908 yılında Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Osmanlı Devleti ile Bulgaristan Krallığı arasında 19 Nisan 1909’da imzalanan, bir protokol ve eki olan sözleşmeye göre, Bulgaristan’daki Müslümanların dini hak ve örgütlenmeleri hakkında detaylı bir tespitler zinciri oluşturur.
Bulgaristan’daki Türk Azınlığı tıpkı Bulgar çoğunluk gibi bütün hukuki ve siyasi haklardan istifade edebilecek, okullarını, camilerini ve mescitlerini koruyup yaşatabileceklerdir. Ayrıca bu protokole göre, Bulgaristan’daki Türk-İslam eserleri Bulgaristan’ın bir iç sorunu olmaktan çıkarak Devletler Hukuku güvencesi altına alınmış ve Türk Hükümeti gerek Bulgaristan’daki Türk Azınlık, gerekse Bulgaristan’daki Türk-İslam Kültürüne ait eserler üzerinde hak sahibi olmuştur.
II.3. 1913 ANTLAŞMASI VE MÜFTÜLERLE İLGİLİ SÖZLEŞME:
Balkan Savaşları (1912-13) sonunda 29 Eylül 1913 tarihli, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında bir barış antlaşması imzalanmıştır.
Bu antlaşmaya göre, Bulgaristan’a bırakılan topraklardaki Türk-Müslüman nüfus Bulgar uyruğuna geçerken; 4 yıllık bir süre zarfında kanısı değiştiyse Türk uyruğuna geçebilme şansını elinde tutabiliyordu. Çocuklarda reşit olduktan sonra bu hakka nail olabilmekteydi. Ancak Türk uyruğuna geçmek isteyenler 4 yıl içinde Türkiye’ye göçmek zaruretinde olup kendileriyle birlikte Taşınır eşyalarını ve mal varlığını götürebiliyor ve bunlar için gümrük parası ödemiyorlardı. Bununla beraber, Bulgar uyruğunda kalmayı tercih eden Türk azınlık, Bulgarların sahip olduğu her türlü medeni ve siyasal haklardan yararlanabiliyordu.
Antlaşmanın teorik kısmına bakıldığında 8.madde, Bulgaristan uyruklu Müslümanların Bulgar unsurlarla hukuksal ve siyasal bazda eşit olacaklarını, ayrıca dini serbestliklerinin bulunacağını ve örf, adet ve dini örgütlenmelerine saygı gösterileceğini vurgulamaktadır. 12.madde ise Müslüman vakıflarının korunmasına ilişkindir. Bu antlaşmanın ikinci eki ise Bulgaristan’daki müftülerin görev ve sorumluluklarını saptamaktadır.
III.4. NEUİLLY BARIŞ ANTLAŞMASI (1919): I.Cihan Harbi’nden mağlup çıkan Bulgar Devleti, 27 Kasım 1919 günü Paris yakınlarında bulunan Neuilly’de İtilaf Devletleriyle imzaladığı barış antlaşmasının içeriği dokuz bölümden oluşmaktaydı. Türk Devleti’nin taraf olmadığı bu antlaşmanın 4. bölümü Bulgaristan idaresindeki azınlıklarla ilgilidir. Bulgar Devleti, bu hükümlerin anayasa değerinde olduğunu onaylarken, Bulgar anayasasının, kanunlarının ve resmi kararlarının azınlıkların korunmalarıyla ilgili hükümlere aykırı olamayacağını resmen kabul etmiştir.
Neuilly Antlaşması’nın 4.bölümüne göre,
– Bulgar Devleti din, dil, ırk ve milliyet ayrımı gözetmeyecek,
– Topraklarında yaşayan azınlıklara tam eşitlik sağlayacak,
– Bulgaristan’daki azınlık grupları dini vecibelerini serbestçe yerine getirme hürriyetine sahip olurlarken; tıpkı bir Bulgar fert hukuksal ve siyasal hakların kullanılması bağlamında ayrıma tabi tutulmayacak,
– Azınlıklar, devlet memurluğuna girebilecekler, istedikleri mesleği veya zanaatı seçebilecekler,
– Ayrıca, azınlıklar eğitim-öğretim kurumları, dini ve sosyal kurumlar açabilecekler, bunları denetleyip yönetebilecekler ve aynı zamanda bu kurum ve kuruluşlarda kendi dillerini özgürce kullanabileceklerdi. Azınlık unsurlar yoğun olarak yaşadığı yerlerde, Bulgar Hükümeti devlet ve belediye bütçelerinden bu azınlık okullarına, dini ve sosyal kurumlara yardım yapacaktır.
Neuilly Antlaşmasının IV: bölümünün 49’dan 58.maddeye kadar olan kısımları azınlıklarla ilgilidir. Bu antlaşmanın 54.maddesinde;
“Etnik, dil ve din azınlıklarına mensup olan Bulgar vatandaşları, öbür vatandaşlar ile aynı haklardan yararlanacaklar, hayır kurumları, dini ve sosyal kurumlar, okullar ve benzeri eğitim kurumları kurup yönetebilecekler, burada kendi dillerini serbestçe kullanıp, serbestçe ibadet edebileceklerdir.” denmektedir.
II.5. TÜRİYE-BULGARİSTAN DOSTLUK ANTLAŞMASI (1925): Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra 18 Ekim 1925’te Ankara’da Bulgaristan ile ‘dostluk antlaşması’ imzalanmıştır. Bu antlaşmanın Türk-Bulgar ilişkilerine yeni bir yön verdiği; ekonomik, sosyal, kültürel ve hukuki bağları daha da kuvvetlendirdiğini belirtmek yanlış olmaz.
Antlaşmada süre ile ilgili olarak hükümlerin mevcut olmaması, daimi ve devamlı bir dostluk bağının kurulmak istenmesine bağlanmaktadır. Bulgaristan’la bu dönemde geliştirilmek istenen siyasi ilişkiler bu tarihteki dostluk antlaşmasının temelinde yatmaktadır.
Dostluk antlaşmasındaki ek protokolün A paragrafındaki hüküm aynen şöyledir:
“İki hükümet azınlıkların korunmasına ilişkin olarak, Neuilly Antlaşmasında yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan’da oturan Müslüman azınlıklarını ve Lozan Antlaşması’nda yazılı hükümlerin tümünden Türkiye’de oturan Bulgar azınlıkları yararlandırmağı, karşılıklı olarak yükümlenir.”
Bu dostluk antlaşmasının halen yürürlükte olması, Türk-Bulgar ilişkilerinin en gergin olduğu süreçlerde bile geçerliliğini koruması ve azınlıklarla ilgili hükümlerin halen bağlayıcı bir unsur olması her iki tarafı da uluslararası hukuk açısından bunlara uymasını zorunlu kılar.
II.6. TÜRK-BULGAR İKAMET SÖZLEŞMESİ (1925):Dostluk antlaşmasının imzalandığı tarihte Bulgaristan ile bir de ikamet sözleşmesi imzalanmıştır. Bulgaristan Türklerinin anavatan Türkiye’ye serbestçe göç etmelerine olanak sağlayan sözleşmenin ikinci maddesi aynen şöyledir:
“Akit taraflar, Bulgaristan Türklerinin veya Türkiye Bulgarlarının isteğe bağlı göçlerine hiçbir engel çıkarılmamasını kabul ederler. Göçmenler yanlarında taşınır mallarını ve hayvanlarını götürmek ve taşınmaz mallarını serbestçe tasfiye etmek hakkına sahip olacaklardır. Taşınmaz mallarını kesin gidişlerinden önce tasfiye etmemiş olanlar, göç gününden başlamak üzere, iki yıllık bir süre içinde bu tasfiyeyi yapmak zorundadırlar.
Malların tasfiyesinden elde edilen paraları ilgililerin dışarı çıkarma biçimi konusunda iki hükümet arasında bir antlaşma yapılacaktır.”
Bu sözleşme karşılıklı göç olgusu belli bir düzene bağlarken, sağlıklı işleyiş tarzı dönemden döneme farklılık göstermektedir. Şöyle ki, en dürüst şekilde uygulanışı Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde gerçekleşirken, halen bağlayıcı olduğu halde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde yüklendiği misyonu yerine getirememiştir. Halen yürürlükte olduğundan bahsetmekle birlikte, Sosyalist Düşüncenin Bulgaristan’daki iktidar süresince meydana gelen uluslararası hukuk ihlalleri 1925 tarihli Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesinin sağlıklı işleyişine engel olmuştur. Ancak, Soğuk Savaş Dönemi’ndeki gevşek iki kutuplu siyasal dengenin yapısına bakmak, Türk-Bulgar ilişkilerinin tarihsel sürecinde oluşan dalgalanmaların nedenini de ortaya koyar. Kısacası bu sözleşme Bulgaristan Türklerinin isteğe bağlı göçlerine engel olmamakla yükümlüdür.
II.7. 1947 TARİHLİ BULGAR BARIŞ ANTLAŞMASI: II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Barış Antlaşması, 10 Şubat 1947 tarihinde Bulgaristan ile Müttefik Devletlerarasında yapılmıştır. Halen yürürlükte olan antlaşmanın 2.maddesinde aynen şöyle denmekteydi: “Bulgaristan, ırk, cinsiyet, dil farkı gözetmeksizin egemenliği altındaki tüm insanların söz, fikir, basın, kültür ve toplantı özgürlükleri dâhil tüm temel insan hak ve hürriyetlerden yararlanmasını sağlayacak ve bütün gerekli tedbirleri alacaktır.” denmektedir.
Antlaşmada geçen ‘temel hak ve özgürlükler’ deyimi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde adı geçen bütün hak ve hürriyet sistemini kapsamaktadır. Ancak bu ilkeler tam manasıyla uygulansaydı, Bulgaristan’daki Türk azınlığa karşı şovenist politikalar izlenmezdi. 1947 Bulgar Barış Antlaşması’nın 3.maddesine göre Bulgaristan, her türlü ayrımcılığı kaldırmakla yükümlüyken, madde şu şekildeydi:”…ayrımcı nitelikteki mevzuatını kaldırmak için tedbirler almış olan Bulgaristan, bu tedbirleri tamamlamayı ve ilerde de bu maddede açıklanmış olan amaçlarla bağdaşmayacak hiçbir tedbir almamayı veya hiçbir yasa çıkarmamayı taahhüt eder.”
II.8. 1968 TÜRK-BULGAR GÖÇ ANTLAŞMASI: 22 Mart 1968 günü Türkiye ve Bulgaristan dış işleri bakanları arasında imzalanan sınırlı göç antlaşması, basın literatüründe ‘Akraba Göçü ‘ olarak da geçmektedir. “İyi komşuluk ve dostluğun” önemli bir semeresi de yakın akrabaları 1952’ye kadar Türkiye’ye Bulgaristan’da kalmış Türk vatandaşlarının da Anavatan Türkiye’ye yerleşmelerine olanak sağlayan bir anlaşma mahiyetindedir. Todor Jivkov’un umduğu temenninin gerçekleşmemesi sonucu Bulgaristan ile Türkiye arasında sorun olan 1 milyonun üzerindeki Türk’ten 1978 yılı sonuna kadar 130.000 Türk’ün Türkiye’ye göç ettiği biline gelen bir gerçektir.
II.9. İNSAN HAKLARI İLE İLGİLİ SÖZLEŞMELER:
Bulgaristan’daki Türk azınlığın hakları ikili antlaşmaların yanı sıra çok taraflı anlaşmalarla garanti altına alınmıştır. Bu durumda denebilir ki, Bulgaristan’daki Türkler hem azınlık hukukundan hem de insan haklarından yararlanmak durumundadırlar. Bulgaristan’daki Türklerin hukuksal bazda haklarını onaylayan uluslararası sözleşmelere bakmak ve içeriğine kısaca değinmek Türk Azınlığının haklarının nasıl çiğnendiğini ortaya koyar.
1-BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ANTLAŞMASI: II. Dünya Savaşı’nın zoraki meyvesi olan BM Teşkilatı, 26 Haziran 1945’te dünya devletlerini ortak bir paydada toplayıp, dünya barışını ve güvenliğini sağlamak; siyasal, kültürel, ekonomik ve diğer sorunları ortak bir şekilde paylaşmak amacıyla kurulmuştur. 135 üyenin imzasını taşıyan antlaşmaya Türkiye 28 Eylül 1945’te, Bulgaristan ise 14 Aralık 1945’te imza atmıştır. Bu antlaşma sayesinde azınlık gruplarının hak ve özgürlüklerini elde etme, yönetime katılma, hakkını arama gibi faaliyetleri milletler arası hukuka bağlanmıştır.
2-JENOSİT SÖZLEŞMESİ (1948): Kelime anlamı ‘soykırım’ demek olan Jenosit, 9 Aralık 1948 tarihinde Paris’te dine, ırk veya herhangi bir gerekçeye dayanarak kitle halinde azınlık gruplarının ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla imza edilmiş bir sözleşmedir. İster savaş ister barış zamanında olsun, insanlığa karşı işlenen suçun kabul edilmeyeceğini taahhüt etmektedir.
3-IRK AYRIMINI ORTADAN KALDIRAN SÖZLEŞME: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,20 Ocak 1963’te karar altına aldığı 11 maddelik bir bildiriyi, 23 maddelik bir sözleşme haline getirerek, insan haklarına saygı duyulmasını, insanlar arasında belli kriterlere göre ayrım yapılmamasını öngörmektedir. Bulgar Devleti, bu sözleşmeye 8 Ağustos 1966 tarihinde taraf olmuştur.
4-MEDENİ VE SİYASAK HAKLAR İLGİLİ SÖZLEŞME: 16 Aralık 1966 tarihinde Birleşmiş Milletler genel kurulunda kabul edilmiş olup, 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe giren bu sözleşme bireysel hak ve özgürlüklerin ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bulgaristan’ın 21 eylül 1970 günü taraf olduğu sözleşmede dine v e ırka dayalı nefretin yasaklanması ön görülmüştür.
5-EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLAR SÖZLEŞMESİ. 31 maddeden oluşan bu sözleşmenin kabul ediliş tarihi 3 Ocak 1976’dır. Genel Öğütleme niteliği taşıdığından işleyişli diğerlerinden farklılık arz etmektedir.
6-IRK AYRIMININ ÖNLENMESİ VE CEZALANDIRILMASI HAKKINADAKİ SÖZLEŞME: Bulgaristan’ın 1973 yılında katıldığı sözleşmeye göre; bir grup insan üzerinde şovenist politikalar ile baskı kurmak, insanlık dışı davranışlarda bulunmak, işkence yapmak yasaklanmıştır.
7-İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ: 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te kabul edilen bildiride insan hakları, azınlık hakları, etnik veya dinsel azınlıkların korunmasına yönelik hükümler içermektedir. Bulgaristan’ın da imzasının bulunduğu bu antlaşmada belirlenen yükümlülükleri yerine getirmeyerek Türk azınlık grubu üzerinde şovence siyasalar sergileyen Bulgaristan’a Cenevre Sözleşmesi hatırlatılmalıdır. Cenevre Sözleşmesi’nin içeriği şu şekildedir: “Ülkesindeki azınlıklara karşı ayrımda bulunmak, insan haklarının özünü teşkil ettiğine ve uluslararası anlaşmalar bunu genellikle uygulanacak bir hüküm olarak yorumlandığına göre, herhangi bir devletin medeniyet seviyesinin ve derecesi de azınlıklara yaptığı muamele ile ölçülür
8-HELSİNKİ DEKLERASYONU: 1975 yılında Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de imzalanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması’nın en önemli yönü, insan hakları konularına ağırlık verilmesi ve bu konulara Varşova Paktı üyesi ülkelerin de imza basmalarıdır. Sovyet Rusya’nın dahi altına imza koyduğu böylesi bir sözleşmenin diğer imzacısı Bulgaristan, kısa süreli sözlerini tutamayarak, toprakları üzerinde yaşayan Türk Azınlığa karşı soykırım faaliyetlerine devam etmiştir.
Değerlendirme
Tarihsel objektiflik ve uluslararası hukuk açısından irdelemeye amacında olduğumuz bu çalışmada, Bulgaristan Türklerinin ilk kez azınlık konumuna düştüğü 1878’den günümüze kadar geçen süre zarfında geçmişlerini, kendilerine tanınan hakları ve Devletlerarası Hukuk açısından bağlayıcılık özelliği bulunan anlaşmaları ele alındı. Ortaya çıkan sonuçlar ana hatlarıyla şu maddelerden oluşmaktadır.
XIV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı egemenliğine boyun eğen Bulgarlar, yaklaşık olarak 500 yıl Osmanlı Türk Devleti’nin hoşgörülü, barış ve adalet dolu himayesinde sürdürmüştür. Osmanlı Devleti’nin bu sıfatları hak etmesinin yegane sebebi Balkanlara hükmetmeye başladığında soykırım hareketlerine girişmemiş olmasıdır. Aksi gerçekleşseydi, bugün Balkanlarda Tek bir kavmin kalmamış olması gerekirdi ve Kırcali’de Türk bayrağı dalgalanırdı.
Tarihte en fazla zulme uğramış Türk topluluklarından biri olan Bulgaristan Türkleri, azınlık konumuna düştükleri 1878 Berlin Antlaşması’nın ardından Bulgarların sistematik olarak giriştikleri asimilasyon faaliyetlerine maruz kalmışlardır.
Farklı soykırım metotlarını kullanmaları Bulgarları ilkçağ kavimleriyle terazinin aynı kefesine konmasına zemin hazırlamıştır. Türkiye’de gerçekleşen en ufak bir hukuk dışı uygulamada ayağa kalkan Batılı devletler, söz konusu Bulgaristan’daki zulüm olunca duydukları ‘üzüntüyü’ dile getirmekten başka hiçbir şey yapmamışlardır.
Rusya’nın temel devlet politikalarının Balkanlardaki hararetli savunucusu olan Bulgaristan’ın Türk Azınlığa yönelik şovenist politikalarının temelinde ‘2.Kıbrıs’ olma sendromu yatmaktadır, azınlık durumundayken yaptıkları soykırımlar sonucu egemen unsur haline gelen Bulgarlar, hızla artan Türk nüfusun bir gün çoğunluk durumuna geçip Türkiye’ye katılmalarına kuşkuyla bakan Bulgar Devleti, Türkleri baskı altında tutma araçlarını kullanmaktadır.
1989 yılından sonra hızla gelişme gösteren Türk-Bulgar ilişkilerinde temel unsur olan Türk azınlık, Türk dış politikasındaki temel yanlışlıkların bedelini ağır ödemiştir. Ne var ki, karşılıklı dostluk ilişkileri her iki tarafın da menfaatinedir. Yardımlaşmayı ve ortak hareket etme bilincini geliştirmek için çok boyutlu işbirliğine gidilmelidir.
Önemli sayılabilecek noktalardan biri de Bulgaristan’daki Türk azınlık ile Türkiye’deki Kürt varlığının karşılaştırılmasıdır. Birbirleriyle kıyaslanamayacak kadar aralarında fark bulunan bu kuramın çürüklüğünün göstergesi; Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan’da azınlık grubu olarak sadece Ermeni ve Rum nüfusunu tanırken, Bulgar Devleti’nin Türk azınlığı en başından beri tanımasıdır.
Türk-Bulgar ilişkilerindeki şüphenin temelinde geçmişteki lekeler, Bulgaristan’ın uluslar arası hukuk ihlalleri ve Türk azınlığa teminat veren kendi anayasasını çiğnemiş olması yatmaktadır. Ancak, değişen dünya şartlarının zorunlu hale getirdiği karşılıklı bağımlılık prensibi ikili ilişkilerin gelişmesine yön vermektedir. (Türk Dünyası Enstitüsü-Kader ÖZLEM)
Etnik Yapı
2011 genel nüfus sayımına göre Bulgaristan’ın nüfusu 7.364.570’dir. Nüfusun etnik dağılımı ise şu şekildedir:
Bulgarlar: 6.655.210 (%83,9), Türkler: 747 000 (%9,4), Romanlar: 370.908 (%4,7),
Ruslar: 15.595, Ermeniler: 10.832, Ulahlar: 10.566, Makedonlar: 5.071, Yunanlar: 3.408, Ukraynalılar: 2.489, Yahudiler: 1.363, Rumenler: 1.088, Diğerler: 18.792 olarak kaydedilmiştir.
131,531 olarak kendilerini ilan eden Müslüman Bulgarlar (Pomaklar)
MERAK EDENLER ÖĞRENSİN DİYE
Balkan Türkleri Karamanoğlu Beyliği Yörük Türkleridir. Moğollar 1222 yılında Orta Asya da Özbekistan ve Türkmenistan’ı işgal etmişti. Anadolu’da ise o zaman Büyük Selçuklu Devleti bulunuyordu. Oğuzların Avşar boyuna ait olan Karamanoğlu Beyliği 1228 yılında Moğol baskısından dolayı Anadolu’ya göç etmişler. Karamanoğlu Beyi Hacı Bektaşi Veli’nin müritlerindendir. Nuri Sufidir. Anadolu’ya ulaşınca Büyük Selçuklu Beyi Alaattin Keykubat Karamanoğlu Beyliğini Karaman ilinin Toros dağlarının içinde bulunan Ermenek ilçesine yerleştirmiş. 1242 yılında vahşi Moğollar Anadolu’ya ulaşmış ve Büyük Selçuklu Devleti’ni savaşta yenip zayıf hale getirmiş. Selçuklu Devleti zayıflayınca Anadolu’daki Türkler on beylik haline dönüşmüş. Bu beylikler 1. Karamanoğlu Beyliği 2. Kadir Burhanettin Beyliği 3. Eşrefoğulları Beyliği 4. Aydınoğulları Beyliği 5. İnançoğulları Beyliği 6. Alaiye Beyliği 7. Tacettinoğulları Beyliği 8. Çobanoğulları Beyliği 9. Dulkadiroğlu Beyliği 10. Ramazanoğulları Beyliğidir. Osmanlı Beyliği 1289 – 1300 yıllarında Eskişehir Söğütte kurulmuştur. Selçuklu Devleti 1300 yılında çöktü. Osmanlılar batıda Bizans toprağı olan Bilecik, Bursa’yı alarak batıda ilerlemeye devam etti. Daha sonra geriye dönerek Anadolu’daki Karamanoğlu Beyliği dışındaki Beylikleri teker teker savaşarak topraklarına kattı. Anadolu’da en kuvvetli beylik olan Karamanoğlu Beyliğini topraklarına katmak için aralıklı olarak 100 yıl savaşmıştır. 1277 yılında Karamanoğlu Beyliği Moğollar ve Selçuklular savaş yaparak onları yenmiştir. Karamanoğlu Beyliği Konya’yı alarak Türkçenin Anadolu’ya yerleşmesine neden olmuştur. Çünkü o yıllarda Anadolu’da Farsça, Arapça gibi dillerde konuşuluyordu, Karamanoğlu Beyi Mehmet Bey Konya’yı aldıktan sonra Anadolu’da (13 Mayıs 1277) Türkçeden başka dil konuşulmayacak diye emir yayınlamıştır. Osmanlılar 1374 yılında Balkanlara ulaşmış ve Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u almasıyla çok güçlenmiştir. Fatih Sultan Mehmet Anadolu’da bulunan Karamanoğlu Beyliğiyle 1466 savaş yaparak yenmiştir. Fatih Sultan Mehmet oğlu Cem Sultanı Karamana yollayarak 1466-1486 Karamanoğlu Beyliğinin başına geçmiştir. 20 yıl içerisinde Karamanoğlu Beyliğini tamamen bitirmek için Karamanoğlu Beyliği halkını Balkanlara göç ettirmişler ve yerleştirmişlerdir Bugünkü Makedonya, Bulgaristan ve Yunanistan. Böylelikle Balkanlar Türk yurdu olmuştur. Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Karamanoğlu Yörük Türklerindendir. Dedesi Hafız Ahmet Efendi Karamanoğlu Beyliğinden Yunanistan’ın Manastır vilayeti Kocacık Nahiyesine yerleşen Yörük Türklerindendir. Annesi ise Aydınoğulları Yörük Türklerindendir. 1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu Ruslarla savaş yapmış, savaşın komutanı Gazi Osman Paşa bu savaşta galip durumundayken; İstanbul da Sarayda ihtilal yapılmış ve Padişah Abdülaziz tahtan indirilmiştir. Bu kargaşadan dolayı Gazi Osman Paşaya yiyecek ve cephane yeterince ulaşamamıştır ve Gazi Osman Paşa yenilmiştir. Ruslar, Bulgar milisleri birlikte İstanbul Yeşil Köye kadar ulaşmıştır. Rus ordusunun önünde 1 milyon iki yüz bin Türk İstanbul’a ulaşmak için göç etmiştir. Göç eden dört yüz bin Türk yollarda soğuktan ve açlıktan ölmüştür. Berlin antlaşmasıyla Ruslar geri çekilmiş ve Bulgaristan’ın yarısına muhtariyet verilmiştir, Dış işleri Osmanlı tarafından iç işleri ise Bulgarlar tarafından yürütülecektir. 1902’ye kadar göç ve Türk direnişi devam etti. 1912-1914 Balkan Savaşlarında Osmanlı İmparatorluğu Balkanları tamamen kaybetmiştir. Balkanlarda milyonlarca Türk kalmıştır. Cumhuriyet döneminde 1938, 1950, 1968, 1979, 1989 yılları arasında bir milyon Türk Anadolu’ya gelmiştir. Halen milyonlarca Türk Balkanlarda yaşamaktadır. Balkan Türklerinin kökeni Karamanoğlu Beyliğinin Yörük Türkleridir.
Türk azınlığı
Bulgaristan’da, yakın zamana değin Türkiye ve Bulgaristan arasındaki ilişkileri Bulgar devletinin inkâr ve zorla asimilasyon politikaları dolayısıyla geren, çok sayıda Türk asıllı Bulgar yurttaşı yaşamaktadır. Bulgaristan’daki Türk azınlığın kökleri Anadolu’ya dayanır. Rumeli’nin 14. y.y.’da Osmanlılarca ele geçirilmesiyle Osmanlılar, Anadolu’daki diğer beyliklerin ve yarı göçebe aşiretlerin gücünün kırılması amacıyla, çok sayıda Türkü bilinçli olarak Balkanlara yerleştirmiştir. Tarih boyunca yaşanan çeşitli savaş ve çatışmalar dolayısıyla Bulgaristan’dan Türkiye’ye dört büyük göç dalgası yönelmiştir:
- Bunlardan ilki Osmanlıların 93 Harbinde Ruslar karşısında bozguna uğramasının ardından yaşanan 1878 göçüdür.
- İkinci göç dalgası Balkan Harbinde yenilgiye uğrayan Osmanlı Devletinin Rumeli’ndeki tüm topraklarını Trakya dışında terketmek durumunda kalması sonucu 1912 yılında gerçekleşmiştir.
- Üçüncü büyük göç İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalist rejime geçen Bulgaristan’ın tarım arazilerini devletleştirmesi ve Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılması sebebiyle moskova’dan Bulgar devletine yöneltilen, Türkiye’ye misilleme amaçlı Türk göçünün teşvik edilmesi talebi sonucu 1950-1951 yılları arasında yaşanan göçtür.
- Dördüncü ve en son göç dalgası 1989 senesinde Bulgar devletinin asimilasyon politikalarına tepki olarak gerçekleşmiştir.
BULGARİSTANDAN DÜNDEN BU GÜNE YAPILAN GÖÇLE
SN | YIL | GÖÇ SAYISI | YERLEŞİM YERLERİ | NOT |
1 | 1828 | 30.000 | Bulgaristan’dan – Anadolu’ya | |
2 | 1876 – 1878 | 200.000 | Bulgaristan’dan Edirne Cıvarında | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
3 | 1876 – 1878 | 300.000 | Bulgaristan’dan Anadolu’ya | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
4 | 1876 – 1878 | 75.000 | Bulgaristan’dan Halep ve Şam’a | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
5 | 1876 – 1878 | 25.000 | Bulgaristan’dan Adana’ya | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
6 | 1876 – 1878 | 10.000 | Bulgaristan’dan Konya ve Kastamonu’ya | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
7 | 1876 – 1878 | 10.000 | Bulgaristan’dan Kıbrıs’a | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
8 | 1876 – 1878 | 5.000 | Bulgaristan’dan Sivas’a | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
9 | 1876 – 1878 | 5.000 | Bulgaristan’dan Amasya’ya | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
10 | 1876 – 1878 | 5.000 | Bulgaristan’dan Diyarbakır’a | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
11 | 1876 – 1878 | 500 | Bulgaristan’dan Cezayi’e | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
12 | 1876 – 1878 | 90.000 | Dobruca’dan Anadolu’ya | 93 Harbi, Balkan Savaşları |
13 | 1885 – 1923 | 500.000 | Bulgaristan’dan – Anadolu’ya | |
14 | 1923 – 1933 | 101.507 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | 1933 Razgrad Olayları |
15 | 1923 – 1933 | 33.852 | Dobruca’dan Anadolu’ya | |
16 | 1934 | 15.321 | Dobruca’dan Anadolu’ya | 1934 Balkan Antantı |
17 | 1935 – 1939 | 64.570 | Dobruca’dan Anadolu’ya | |
18 | 1934 – 1950 | 272.971 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | |
19 | 1951 – 1952 | 154.385 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | |
20 | 1960 – 1970 | 13.125 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | |
21 | 1968 – 1978 | 114.356 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | |
22 | 1979 – 1988 | 10 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | Sınır dışı Edilen Kişiler |
23 | 1989 – 1990 | 321.800 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | 150,000’ni 1990’larda Bulgaristan’a döndü |
24 | 1991 – 1992 | 50.000 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | Gizli Göç |
25 | 1993 – 1994 | 70.000 | Bulgaristan’dan – Türkiye’ye | Gizli Göç |
Not: 1936: 11.000 kişi – Konya, Yozgat, Niğde ve Kayseri’ye; 14.000 kişi – Tokat, Çorum, İçel, Bilecik, Aydın, Muğla, İsparta, Burdur, Manisa, Denizli, Antalya, İzmir, Balıkesir, Elazığ, Van, Muş, Diyarbakır, Ağrı, ve Sivas’a yerleştirildi
Kaynaklar:
Ömer Turan, ‘Geçmişten Günümüze Bulgaristan Türkleri’, Balkan Türkleri – Balkanlar’da Türk Varlığı, ASAM, Ankara, 2003
TOĞROL, Beğlan (1989). 112 Yıllık Göç (1878 – 1989), Boğaziçi Üniv. Matbaası, İstanbul
Özgür Ansiklopedi 93 Harbi
Filiz ÇOLAK:BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN TÜRKİYE’YE GÖÇ HAREKETİ (1950-1951)
Son Yorumlar