Ara 31 2022
Istırap ve Gözyaşı
Şub 14 2017
Bulgaristan Türkleri
Tarih
Bulgaristan‘daki Türkler, Oğuzların ve Kumanların soyundan gelmektedirler. Oğuz Türkleri, Anadolu üzerinden ve çoklukla Osmanlı devrinde o bölgeye geçen Türklerdir.
Jivkov rejiminin çöküşünden sonra yeni kurulan Bulgaristan hükûmeti 29 Aralık 1989‘da Bulgaristan’daki Türklerin Türkçe adlarını alma özgürlüğünü, ibadeti yapma özgürlüğünü ve Türkçe konuşma hakkını tanımıştır.
Nisan 2012 de Bulgaristan Parlamentosu 1987-1989 yıllarında Bulgaristan’da yapılmış olan Türk Asimilasyonunu kınadı.
Nüfus
Bulgaristan’da, başta Haskovo, Filibe, Kırcaali, Sofya, Razgrad, Şumnu, Eski Cuma, Silistre, Dobriç, Burgaz ve Rusçuk şehirleri olmak üzere birçok yerleşim bölgesinde Türkler yaşamaktadırlar. Bulgaristan demografik durumu itibariyle en son 2001’de yapılan etnik sayım üzerinden bugüne 10 yıl geçmiş bulunmaktadır. Bu geçen süre içerisinde Bulgaristan nüfusu genel olarak düşmüş, Avrupa Birliğine girilmesi sebebiyle ülkede yaşayan Bulgar, Türk, Pomak, Roman gibi toplumların Avrupa’ya göçü olmuştur, ayrıca ülkeye 1989 sürgünüyle Türkiye’ye gitmek zorunda kalan Türklerin Bulgaristan vatandaşlık haklarını almalarıyla gelen Türk göçü nüfus düşüşünü bir ölçüde frenlemiştir. Ülkedeki etnik Bulgar nüfus yaşlanmış olmakta ve nüfus artışı % -0.5 % – 0 arasında seyretmekte, Türk nüfusu ise gelen göç ve nüfus artışıyla yükselmektedir oransal olarak % 0.5 – % 1. Ayrıca ülkede yaşayan Roman azınlığın nüfus artış hızı Bulgar ve Türk nüfusundan daha yüksek olduğu bilinmektedir.
Özellikle 1989 Göçü sonrası ülkedeki nüfus büyük oranda azalmıştır. Bu göç, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yaşanan en büyük göç olarak tarihe geçmiştir.
Deliorman Ağzı
Deliorman ve Dobruca Türklerinin kökeni Celali Ayaklanmalarından sonra gerçekleşen büyük Türkmen sürgününe dayanır.16.yy’ın başından itibaren Celali çıktığı Tokat,Yozgat,Sivas,Kırşehir,Maraş,Adana,Toros dağlarındaki Türkmenlerden ve Türkmenlerden ve Mersin,Karaman civarından Deliorman ve Dobruca’ya yoğun bir Türkmen göçü(sürgün-iskan) olmuştur.Fakat bu Türkmenler Deliorman’a geldiklerinde Sarı Saltuk’la birlikte gelen Türklerle ve Kıpçak-Peçenek halkla karşılaşmışlar ve onlarla karışmışlardır, işte Deliorman’da ve Dobruca’da kullanılan Türkçe özellikle bu Orta Anadolu Türkmen ağızları ve Kıpçak şivesinin izlerini taşıyan bir ağızdır.
- Deliorman-Dobruca yöresinde;
Şimdiki zaman çekimlerine örnekler (Deliorman ve Dobruca’daki farklı kullanımlar):
1.tekil : Geliyerim , Geleerim , Geleerin , Geleem , Geliim , Geloorum , Geliyörüm
2.tekil : Geliyersin, Geleersin ,Geleesin , Geliisin , Geloosun , Geliyörsün
3.tekil : Geliyeri , Geleeri , Gelee , Geliyi , Gelooru , Geliyörü
1.çoğul : Geliyeriz , Geleeriz , Geleez , Geliiz , Gelooruz , Geliyörüz
2.çoğul : Geliyersiniz , Geleersiniz ,Geleesiniz , Geliisiniz , Geloorsun ,Geliyörsün
3.çoğul : Geliyerlee , Geleerlee , Geleelee , Geliilee , Geloolar , Geliyörlar
Kelime sonlarındaki r ünsüzü düşme temayülü gösterir, fakat örneklerde verilen son iki çekim Razgrad-Torlak yöresi ağzının çekimidir, buralarda r düşmez. Şimdiki zaman ekinde yuvarlak ünlü barındıran örnekler Razgrad-Torlak kazası ağzının özellikleridir. Bu yöre Türklerinin menşei günümüz Tokat,Amasya illerinin tümü ile Sivas ilinin merkez ilçesi ve Tokat’a sınır ilçelerinden iskan edilen Türkmen halktır,ağırlıklı olarak Çepni boyundan gelirler. Diğer örnekler ise Razgrad(Torlak ilçesi hariç), Şumnu, Silistre, Rusçuk, H.Pazarcık ve Eskicuma illeri Türklerinin ağızlarıdır. Bu Türkler ağırlıklı olarak Oğuzların Avşar boyundan gelmektedirler.Menşeleri,günümüz Maraş, Adana, Antep, Halep, Malatya, Sivas’ın güney ilçeleri, Mersin, Niğde, Kırşehir illerinden iskan edilen Türkmenlerdir.
Güney Bulgaristan, Kırcaali Ağzı
Güney Bulgaristan’da Orta ve Güney Anadolu şivesi hakimdir. Konya, Kayseri, Sivas gibi illerle ortak ağza sahip olan Güney Bulgaristan çeşitli nedenlerle iskan ettirilen Avşar, Cerit ve Tecirli gibi Orta ve Güney Anadolu Türkmen aşiretlerinin yerleştiği bir bölgedir. Özellike Avşar Türkmenleri Kahramanmaraş, Adana, Kayseri, Sivas, Karaman, Konya, Aksaray vb illerden gelerek çoğunlukla Güney Bulgaristan’a yerleşmiştir.
Orta ve Güney Anadolu Şivesinden örnekler (Aynı şekilde Kırcaali ve çevresinde de kullanılmaktadır.):
- “K” harfi “g” olarak telaffuz edilir.
Konya-Gonya Karaman-Garaman Kırcaali-Gırcalı
- “Y” ve “e” harfi bir araya geldiğinde “e” “i” olur.
Yemek-Yimek
- “yor” eki kısaca “yon” olarak telaffuz edilir.
N’ediyorsun?-Nediyon? Ne yapıyorsun?-Napiyon?
- Bazı sessiz harflerden önce “i” harfi getirilir.
Ramazan-Iramazan Limon-İlimon
1989 Göçü ve Belene Kampı
Bulgaristan’da Türk azınlıklar başta olmak üzere özellikle Müslüman halklara karşı olan baskılar ve ırkçı faaliyetler 1900’lü yılların başından beri sürmüştür; ancak 1951 yılında Bulgaristan Komünist Partisi’nin iktidara gelmesi ile baskılar hayli artmıştır. 1956 yılında dönemin iktidarı tarafından çıkarılan “Tek Millet Kararı (Edinna Natsiya)”na dayanan ırkçı faaliyetlerde, Türk azınlığın Bulgar halkı ile entegrasyon sorunu olduğu ve bu entegrasyonun sağlanması amacıyla azınlıkların Bulgar isimlerini benimsemesi, Bulgar örf ve adetleri ile yaşaması hedeflenmiştir. Bu kapsamda, belirli dönemlerde yaşanan göçler ile Türk azınlık nüfusu büyük oranda azaltılmış, kalan nüfus ise baskılar kapsamında asimile edilmeye çalışılmıştır.
Artan baskılar ise 1984 yılında büyük hız kazandı. Bu yıllarda Türk azınlıkların yoğun olarak yaşadıkları köylere ani baskınlar düzenlendi. Bu baskınlarda, Türk azınlıkların isimleri zorla değiştirilmeye çalışıldı. Bunun yanında anadilde konuşmanın yasaklanması başta olmak üzere, ibadethanelerin kapatılması, cenaze veya sünnet gibi dini vecibelerin yerine getirilmesi konularda getirilen kısıtlamar ile birçok insan hakları ihlali yaşandı. Türk azınlıklar bu baskılara karşı direndi ancak birçok Türk köyünde işkenceler ile vatandaşlara Bulgarca isimler zorla verildi.
Baskıların ve insan hakları ihlallerinin artmasıyla birlikte, Türk azınlıkların direniş hareketleri de hızlanmaya başladı. Bu direniş hareketlerinden en çok ses getireni, 24 Aralık 1984 yılında Kırcaali ilinin Eğridere ilçesinin Sütkesiği kazasında yaşandı. Civar köylerden katılan binlerce insan, yaşanan bu insan hakları ihlalerine karşı büyük bir yürüyüş ve eylem düzenledi. Türk azınlıkların barışçıl eylemlerine karşın asker ve polisin aldığı tavır neticesinde, onlarca Türk yaralandı. Bu olayın, ertesi günlerde basına yansıması ile Bulgaristan’ın çeşitli bölgelerinde eylemler artmaya başladı. Yine aynı yılın Aralık ayında Kırcaali’nin Killi ve Mestanlı ilçelerinde eylemler düzenlendi. Killi ilçesindeki olaylarda henüz 18 aylık Türkan bebek hayatını kaybetti. Daha sonra eylemler Bulgaristan’ın diğer illerine sıçradı ve bu eylemlerde Türk azınlıklar sesini duyurmaya çalıştı.
Büyüyen olaylar karşısında çaresiz kalan dönemin iktidarı, 27 Aralık 1984 tarihinde, olaylarda başı çeken gençleri ve aydınları gözaltına aldı. Bu gözaltılarda çok sayıda Türk, Belene Kampı‘na götürüldü. Belene Kampı’nda hapis yatan aydınlar, çeşitli işkencelere maruz kaldılar. Asimilasyon kampanyası kapsamında, Türkçe isimlerinden vazgeçmeleri ve kendilerine isnat edilen sözde suçları kabul etmeleri üzerine baskı gördüler.
Olayların Bulgaristan’ın dışına taşarak Avrupa kamuoyuna yansıması sonucu, Belene Kampı 1987 yılında kapatıldı. Aydınlar Bulgaristan’ın çeşitili bölgelerine sürgüne gönderildi.
1989 yılına kadar süren baskılar sonucu dönemin iktidarı, Belene Kampı’nda mahkum olan Türk azınlıkları sınır dışı edeceğini bildirdi. Bu olay sonrası dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Turgut Özal‘ın devreye girmesiyle Türkiye Cumhuriyeti sınır kapıları Türk soydaşlara açıldı. 1989 yılında yaşanan bu göç olayı, II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da gerçekleşen en büyük göç olayı olarak tarihe geçti.
Göç olayları sonrası ülkeyi terkeden Türk azınlıkların büyük çoğunluğu Türkiye başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine yerleştiler; ancak yaşanan olayları unutmadılar. Her yıl 24 Aralık günü Kırcaali ilinin Eğridere ilçesinin Sütkesiği kazasında gerçekleştirilen anma etkinlikleri bunlardan yalnızca biridir.
Kaynak : https://tr.wikipedia.org/wiki/Bulgaristan_T%C3%BCrkleri
Ara 24 2016
Beştepe Köyü Web Sitesi Yayında
STRES VE GÖZYAŞI DOLU 100 GÜN
Sene 1989,sınırdışı edilenlerin listesi muhtarlığın kapısına asılmıştı, listeye bakanlar perişan halde hem ağlıyordu hem sağa sola koşturuyordu. Kiminin evladı, kiminin anne-babası sınır dışı edilmişti ne ve nasıl olacağını kimse bilmiyordu. Listede bizim adımız yoktu ve ben yüksek sesle: neden bizim adımız yok? Dedim. Kimisi ağlarken güldü acı acı, kimisi ise “iyi ye işte aileniz parçalanmaz” dedi. Kızımız 2 yıllık öğretmen, oğlumuz da 6 aylık askerdi, biz ne olacaktık? Öyle oldu ki herkes ayaklanmış göçe hazırlanıyordu, biz şaşkın halde ne yapacağımızı bilemiyorduk, il dışına çıkamıyorduk oğlumuzla bağlantı kopmuştu. Tam o sırada kızımız “evet bende gidiyorum” demez mi. Kendi kararlarını verecek yaşta idi ve biz ona “dur” demedik, diyemedik hemen hazırlıklar başladı. Kafamız öyle karışıktı ki sağlıklı düşünüp sağlıklı karar veremiyorduk. 1968-1978 göç anlaşmasında kayın birader ailesi ile göç etmişti ve eltimin tüm kardeşleri göç ediyorlardı. İşte onlarla birlikte bir çanta eşya ile kızımızı gönderdik. Tüm öğretmen arkadaşlar bizi anne baba olarak kınadı. Ben asimilasyona karşı çıktığım için 1985’te öğretmenlikten atılmıştım, şimdi de kızımızı gönderdik diye eşimin öğretmenliği sonlandırılmıştı.
Gidiş o gidiş bir daha haber alınamadı. İlk günleri rahattık, gün geçtikçe uykularımız kaçtı huzurumuz kalmadı “ne oldu gitti mi amcasına ulaştı mı” kafamızda bindir soru. Bütün kapıları açık tutuyorduk postacıyı da tembihlemiştik mektup gelirse hemen haber versin diye. Bir ay olmuştu haber yoktu, insanlar gitmeye devam ediyordu, biz gidenleri uğurluyorduk. İşte dedikodularda ortalıkta dolaşmaya başlamıştı, dertleşecek kimse yoktu tek bir aile vardı onların da iki kızları aileleri ile göç etmişlerdi onlarda oğullarını bekliyorlardı, askere gitmek üzere olduğundan sınırdan çıkamıyordu. Kızımıza neden engel olmadık diye kendi kendimize kızmaya başlamıştık. Hani “aileniz parçalanmaz” demişlerdi ya işte bizim aile tam parçalanmıştı, kızımızdan haber yok oğlumuzu gidip göremiyoruz ondan da haber yok bizde perişan halde ne yaptığımızı bilmiyorduk… zor çok zor bir duruma düşmüştük..
Evden dışarı çıkmaz olmuştuk birisi “kızınızdan hala haber yok mu” diye sormasından korkuyordum. İki ay olmuştu hala haber yoktu, bir ara gidenler geri dönüyorlarmış diye duyuldu hemen gidip onları buluyorduk ne yazık ki iç açıcı bir şey söylemiyorlardı bu dönenler, kanatları kırılmış kuşlar gibi dönüyorduk evimize. Her geçen gün durumumuz daha da kötüleşiyordu. Eşimle bir karar aldık, hiç olmazsa oğlumuzu görelim ne pahasına olursa olsun. Yola çıktık Plevne’ye kadar 7 defa kontrol edildik: nereye, neden gittiğimiz, soruluyordu kimliklerimiz sıkı sıkı kontrol ediliyordu. Kışlaya sonunda ulaştık, anladık ki oğlumuzu bir subay eşliğinde görebiliriz ve sadece Bulgarca konuşabiliriz, işte oğlumuz geldi ama boğazımız düğümlendi konuşamıyorduk dakikalar geçiyordu ve görüşme bitmek üzereydi. Nasılsın diyebildik o da bize sordu okalar… Vedalaşırken oğlum bize ipucu vermişti yasak görüşecektik, çıktık dolaştık tel örgünün dışından o içerde biz dışarda “ablan gitti biz seni bekliyoruz “dedik ve sözün bitiği yere geldik üçümüz de ağlıyorduk… oğlum kendini toparladı ve “sizde gidin ben daha sonra gelirim” dedi, hayır hayır buna katlanamazdım birine kavuşacağım ama ötekine yine hasret kalacaktım bu olmaz olamazdı… Vedalaştık karar alındı “onu bekleyecektik”. Dönüyorduk ama yıkılmıştık, konuşmuyorduk konuşacak halimiz kalmamıştı.
Köye döndüğümüzde bir haber duyduk, bir köydeşimizden mektup gelmişti. Bulgaristan üzerinden geçen turistlerden gönderilmişti hemen gittik bir grup oluştu mektup okundu tam kızımızın olduğu yere gitmiş orada kimleri gördüğünü yazıyordu ama kızımızdan bahsetmiyordu, nasıl olur eltimleri de görmüş, mektubun sonunu zor bekledim koşarak eve döndüm eşimle ikimiz de hıçkırıklara boğulduk…
Dedikodular daha da çoğaldı: sözde genç kızları sınırda daha alıp eğlence yerlerine gönderiyorlarmış. Artık kimselerle görüşmüyorduk tek dertleştiğimiz aile ile görüşüyorduk o da geceleri oluyordu. Köyümüzden de dönenler olmaya başlamıştı herkes kötü konuşuyordu…….Haber yok yok yok ..bu üzüntü hiç bir şeye benzemiyordu, nasıl bir şeydi bu? Tam üç ay olmuştu tükenmiştik, para- pul- mal- mülk hiçbir şeyin değeri kalmamıştı gözümüz hiçbir şey görmüyordu. Her gece dua ediyordum” ne olur Allahlım ailem bir araya gelsin..” diye. Yalnızdık dertleştiğimiz bizi anlayan tek bir aile veee kimsesiz bir Bulgar kadını yakın komşum o zavallı kadın bizimle beraber ağlıyordu.. Tam yüz gün… Yüzüncü günü postacı haber verdi mektup vardı hemen koşa koşa postaneye ulaştık, mektubu elimize aldık tir tir titriyorduk açamıyorduk eve geldik, kanepeye oturduk, sakinleşmek istiyorduk ama olmuyordu” birde mektup eltimden ise kızınız bize ulaşmadı “diye yazarsa biz biterdik. Titrek ellerle zarfı açtık hemen mektubun sonuna baktık acaba kızımızın imzası mı diye göremiyorduk, okuyamıyorduk ……. hele imzasını gördük mektubun yarısı Türkçe yarısı Bulgarca yazılmıştı. Okuduk ama hiç bir şey anlamadık, yine okuduk defalarca okuduk ikimizde aptallaşmıştık.. birden ağlamaya başladık hem de sesle ağlıyorduk.. Mektubu aldım evden dışarı fırladım kızımdan haber vardı bağırmak var sesimle bağırmak istiyordum, Bulgar komşum gördü hemen geldi o da ağlıyordu kötü bir şey sanmıştı oysa mektupta güzel şeyler yazıyordu, mektubu turistlerden göndermişti “keşke daha önceden aklıma gelseydi turistler” diyordu.. ben mektup elimde uçuyordum yine o aileye koşuyordum paylaşmak istiyordum eşimde peşimden koşuyordu aileye ulaştık onlarda bizim kadar sevindi, hep beraber defalarca okuduk okuduk ..her defasında sanki ilk defa okuyormuşum gibi geliyordu bana ..mektup gece gündüz elimden düşmüyordu, iki gün sonra bir daha geldi dönenlerden göndermişti.. işte şimdi biraz sakinlemiştik 100 günden beri ilk defa aynaya bakıyordum ellerimle saçlarımı karıştırıyordum.. aman Allahlım saçlarım bembeyaz olmuştu….bu yaşadıklarımızı Allah kimseye yaşatmasın…
Bir yıl altı ay sonra oğlum ben ve eşim İSTANBUL Küçük Çekmecede kızımıza sarılabildik……bunları yazarken anlatırken aynı duyguları yaşıyorum…
Fikriye ve Yakup Çakmak-22.07.2020 Aliağa/İzmir
Son Yorumlar